Jane Austen, 18 Temmuz 1817’de, henüz 41 yaşındayken, ardında kesin bir tıbbi teşhis bırakmadan hayatını kaybetti. Aradan geçen iki yüzyılı aşkın süreye rağmen, edebiyat tarihinin en sevilen yazarlarından birinin ölümüne neyin sebep olduğu hâlâ tartışılıyor. Bugün elimizde otopsi raporları ya da ayrıntılı doktor kayıtları yok. Ancak Austen’ın mektupları, tanıklıklar ve son dönem eserleri, bu gizemi anlamaya çalışan araştırmacılar için önemli ipuçları sunuyor.
Son günlerin adresi: Winchester
Austen, ölümünden önceki son sekiz haftayı İngiltere’nin Winchester kentinde, bugün üzerinde yalnızca küçük bir plaket bulunan No. 8 College Street adresinde geçirdi. Ablası Cassandra Austen ile birlikte burada kaldı; çünkü yaklaşık bir yıldır süren ve nedeni belirlenemeyen rahatsızlığı için tedavi arıyordu.
Mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla hastalığı dalgalı bir seyir izliyordu: Zaman zaman kendini daha iyi hissediyor, ardından yeniden yatağa düşüyordu. Bu süreçte “çoğunlukla kanepede yaşadığını” yazacak kadar güçsüzdü.
Austen’ın mektuplarında geçen başlıca şikâyetler şunlardı:
- Şiddetli eklem ağrıları (özellikle diz ve sırt)
- Sürekli yorgunluk
- Ateş atakları
- Yüzünde beliren ve kendi ifadesiyle “siyah, beyaz ve her yanlış renkte” olan geçici bir döküntü
- Zaman zaman gelen, ardından kaybolan belirtiler
Bu tablo, araştırmacıları yıllar boyunca farklı ihtimallere yöneltti.
1964’te yayımlanan ilk ciddi akademik çalışma, Austen’ın Addison hastalığı nedeniyle ölmüş olabileceğini öne sürdü. Daha sonra şu ihtimaller de tartışıldı:
- Verem (tüberküloz)
- Mide kanseri
- Hodgkin lenfoma
Ancak bu hastalıkların hiçbiri, Austen’ın yaşadığı eklem ağrıları, yüz döküntüsü ve inişli çıkışlı iyileşme dönemlerini bütünüyle açıklayamıyordu.
2021’de yayımlanan dikkat çekici bir çalışma, Austen’ın sistemik lupus eritematozus (SLE) hastası olabileceğini öne sürdü. Lupus;
- Genellikle genç kadınlarda görülür,
- Eklem ağrıları, ateş, cilt döküntüleri ve aşırı yorgunluk yapar,
- Alevlenmeler ve geçici iyileşmelerle seyreder,
- yüzyılda henüz tanımlanmamıştı.
Araştırmacılara göre Austen’ın mektuplarında tarif ettiği belirtiler, lupusla şaşırtıcı derecede örtüşüyordu. Ancak biyolojik kanıt (örneğin güvenilir DNA analizi) olmadığı için bu da kesin bir sonuç değil.
Saç telleri neden çözüm olmadı?
Austen’a ait olduğu düşünülen birkaç saç tutamı günümüze ulaşmış durumda. Ancak yapılan analizler:
- Numunelerin bazılarının kirlenmiş olduğunu,
- Sağlam olan örneklerin ise ölüm nedenini ortaya koyacak yeterli veri sunmadığını gösterdi.
Bu nedenle Beethoven örneğinde olduğu gibi genetik analizle kesin bir sonuca ulaşmak, Austen için şimdilik mümkün görünmüyor.
Austen’ın son dönem eserlerinde hastalık teması belirgin biçimde öne çıkıyor.
Özellikle:
- Persuasion: Yaralanma, güçsüzlük ve geç gelen mutluluklar
- Sanditon: Deniz havası, kaplıcalar ve “iyileşme” umudu üzerinden yapılan ince bir hiciv
Bu eserler, Austen’ın kendi bedensel kırılganlığıyla dünyaya bakışının değiştiğini düşündürüyor. Daha önceki romanlardaki neşeli ton yerini daha temkinli, daha melankolik bir iyimserliğe bırakıyor.
Bugün gelinen noktada akademisyenlerin büyük kısmı şu konuda hemfikir:
Jane Austen’ın ölüm nedeni büyük olasılıkla hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyecek ancak bu belirsizlik, onun mirasını zayıflatmıyor. Aksine, Austen’ın hastalıkla, güçsüzlükle ve adaletsiz bir dünyada anlamlı bir hayat sürme çabasıyla kurduğu ilişki, eserlerini daha da derinleştiriyor.
Austen, Winchester Cathedral’a defnedildi. Mezar taşında hastalığından değil, “zihninin olağanüstü yeteneklerinden” söz ediliyor. Belki de bu, onun nasıl hatırlanmak istediğini en iyi özetleyen cümle.
İki yüz yıl sonra bile Jane Austen, yalnızca okunan bir yazar değil; birçok insan için hayata eşlik eden sessiz bir dost olmaya devam ediyor.
